Korku filmleri meraklıları için araştırdığımız iyi korku film özetleriyle birlikte bu makalemizde korkunun cazibesi ve sanatına da değindik.
Ekim ayının, soğumaya başlayan havalar, karamsarlık uyandıran bulutlar, baharatlı kahveler ve erkenden gözden kaybolan güneş dışında nasıl ayırt ederiz? Tabi ki de Cadılar Bayramı ve Korku filmleri ile!
Cadılar Bayramı yaklaşırken, korku filmlerinin izlenme oranında yüksek oranda artış görmek şaşırtıcı değildir. Ekim ayı “Halloween” kültürü ile o kadar derin bağlılaştırılmıştır ki; bu ay korku unsurlarını beraberinde getirir. Dışarı çıktığımızda örümcek ağları ve sahte kan boyalarla süslenmiş mağazalar, köşelere koyulmuş balkabağı süslemeleri durmadan gözümüze çarpar.
Bu dönemde siz ve arkadaşlarınız para harcamadan bir araya gelsin, sezonun tadını doyasıya çıkarsın diye Cadılar Bayramı sezonunda izlenmesi gereken 10 Korku filmini listeledik. Yazımızın devamında bulacağınız bu “Spoiler” içermeyen listeye geçmeden önce ise, size bir sorumuz var. Neden korku filmleri izlemekten keyif alıyoruz? Bunu kendi kendinize hiç düşündünüz mü?
Haydi birlikte keşfedelim.
Korkuyla Yüzleşmek
Akademisyenler tarafından sunulan açıklamalar, korku filmi izlemekten hoşlanmanın sebeplerinin tamamını ne yazık ki kaplamamaktadır. Bu yüzden neden korku filmi izliyoruz ve korkmaktan neden keyif alıyoruz sorusuna cevap olarak tek bir şey söylemek çok gerçekçi değildir. Washington Post’ta yer alan bir makaleye göre, korku hissetmek bazı durumlarda eğlenceli olabilir; bu “korku paradoksu” olarak bilinir. Yine de bu konu hakkında en popüler düşünceler ve araştırmalara değinmekte fayda var.
Dolaylı Deneyim ve Tehdit Ustalığı
Günlük yaşamımızı düşününce aslında bizi korkutan ve tehdit eden olaylarla karşılaşmalarımız bir nevi çok nadir bir durumdur. Bu durum tersine döndüğünde ve gerçekten korktuğumuz anlar ise dikkatimizi çok kuvvetli bir yönden çeker.
Korku uzmanı Mathias Clasen, bu eğilimin kökeninin atalarımızın karşılaştıkları sürekli tehlikeye dayandığını öne sürmektedir İlk insanlar, daha büyük veya daha ölümcül bir hayvanın avı olmaktan kaçınmak için sürekli tetikte olmak durumundaydılar.
“Uzun zaman önce yaşanan bu deneyimler insanlara, çoğunlukla bilinçsiz de olsa, oldukça duyarlı bir tehdit algılama sistemi kazandırmıştır. Korku filmleri tehdit edici durumları uyarmada çok iyi bir iş çıkardığı için, bu filmlere verdiğimiz duygusal tepkiler gerçek hayatta bir tehditle karşılaştığımızda vereceğimiz tepkilere benziyor.”
Tabii ki modern dünyamızda bu tür tehlikeler ile karşılaşmıyoruz. Bu durumların bizde uyandırdığı hisleri ortaya dökemiyoruz. Bu da korku filmlerini bizim için daha ilgi çekici kılabiliyor.
Robert Sapolsky isimli biyolog ve nörolog; primatlar üzerine yürüttüğü araştırmalar sonucu “Zebralar Neden Ülser Olmaz?” (Why Zebras Don’t Get Ulcers?) isimli kitabında zebraların hayatlarında durmadan karşılaştığı avlanma korkusundan bahsediyor. Böylesi gerçek ve ölümcül korku unsuru ile durmadan savaşan zebralar neden ülser olmuyor da belki hayatlarımızda bir kere, belki hiçbir zaman bu korkuyla karşılaşmayan bizler neden ülser oluyoruz sorusunu incelerken Sapolsky; memelilerin korku unsurlarıyla kısa süreli ama güçlü patlamalar halinde hayatta kalacak şekilde evrildiğini keşfediyor.
Fakat sonrasında doğadan kopup şehirlere yerleşen modern insanın bu tür korkulardan uzaklaştığını açıklıyor. Sonuçta iş yerinizde bir aslanın size saldırmasını beklemiyorsunuz; tabi bir hayvanat bahçesinde çalışmıyorsanız… Bu tür anlık korkular yerine artık daha çok; iş yerindeki sorunlarımız, kira ödeyip ödeyemeyeceğimiz, insanlık küresel ısınma sonucu yok olacak gibi korkular yaşıyoruz. Evrim bize bu hislerle korku dışında savaşacak bir araç vermediği için bu sonuçlanmayan, uzun süreli korkuları bizi durmadan bir aslan kovalıyormuş gibi yaşıyoruz. Robert Sapolsky’ye göre 5-10 dakika sürmesi gereken zebraların yaşadığı stresi, biz bütün hayatımıza yayarak yaşıyoruz.
Bu durum ise korku filmleri izlerken yaşadığımız kısa süreli korku patlamalarının bizi bu uzun süreli korkudan rahatlattığını ve bize iyi geldiğini düşünmemize yol açıyor.
Uyarım Aktarımı Teorisi
Korku filmlerinden keyif almayı açıklayan en eski teorilerden biri psikolog Dolf Zillmann’ın uyarım aktarımı teorisidir. Tahmin edebileceğiniz gibi insanlar zevk, eğlence, mutluluk gibi bir sürü farklı duygusal uyarılma ile hayatlarını devam ettirmeye çalışırken aynı zamanda da hüzün, acı ve en unutulan korku duyguları içeren uyarılmaların da arayışındadır. Uyarım Aktarımı Teorisi de korku uyandıran içerik türlerinin (Kitap, Film, Ses) insanlarda yüksek düzeyde fizyolojik uyarılmayı tetiklediğini; bu içerik sona erdiğinde ise duyduğumuz rahatlama ve keyif alma duygularını yoğunlaştırarak çoşkulu bir yükselişe yol açtığını öne sürmektedir.
Örneğin bir çalışmada, erkek katılımcılar bir korku filmi izlerken ne kadar fazla rahatsızlık duyarlar ve ne kadar fazla uyarılma yaşarlarsa, filmi bitirdikten sonra o kadar fazla zevk aldıkları belirtmiştir.
İnsanlığın Karanlık Yüzünü Keşfetmek
Başka bir araştırmaya göre, korku filmlerinden hoşlanmamızın, insanlığın karanlık tarafına dair merakımızı tatmin etmek ile alakalı olduğunu ortaya koymuştur. Toplum, insanlığın en ahlaksız veya en korkutucu canavarlarıyla nadiren karşılaşmalardan ibaret kılıyor ve uyum sağlamak için karanlık taraflarımızı bastırmamıza sebep oluyor.
“Korku filmleri hem başkalarındaki hem de kendimizdeki kötülüğün doğasını dolaylı olarak keşfetmemize ve insanlığın en karanlık yanlarıyla güvenli bir ortamda boğuşmamıza olanak tanır.”
Anlayacağınız korku filmleri sevmenin tek bir sebepten fazla nedeni var ve bunlar kendileriyle bazen ilişkili, bazen tamamen kopuk olabiliyor. Hatta bazen hiç sevmeyen bir insan bile kendini karanlık bir odada arkadaşlarıyla korkudan sarılarak korku filmi izlerken bulabiliyor.
O zaman isterseniz tek başınıza korkmam ben deyin, ister ben arkadaşlarımla Cadılar Bayramı öncesi korku filmi izleme partisi vermek isteyin; bize sizden En Popüler 10 Korku Filmi önerisi:
En Popüler Korku Filmleri
Ünlü, popüler, başarılı, ödüllü, kült, klasik ve türlü türlü korku filmi içerisinden 10 film seçmek çok imkânı olan bir durum sayılmaz. O yüzden olabildiğince farklı alt türlerden ve yıllardan filmler seçmeye çalıştık. Korku filmlerinin öznelliği sebebiyle de en iyi ve en kötü şeklinde sıralamak yerine, rastgele sunduğumuz 10 Korku Filmi:
Alien (1979)
Yönetmen Ridley Scott tarafından yönetilen ve Dan O’Bannon tarafından yazılan bir bilim kurgu korku filmi olan Alien, türünün en başarılıları arasındadır. Film, ticari uzay çekicisi Nostromo’nun mürettebatını takip eder. Mürettebat, keşfedilmemiş bir gezegende gizemli bir terk edilmiş uzay gemisine rastladıktan sonra, Nostromo’da serbest bırakılan agresif ve ölümcül bir yabancı türle karşı karşıya kalıyor. Tom Skerritt, Sigourney Weaver, Veronica Cartwright, Harry Dean Stanton, John Hurt, Ian Holm ve Yaphet Kotto’nun efsanevi oyunculukları filmi izlerken zaman zaman yerinizde zıplamanıza neden olacak.
“Alien”, izleyicileri hem güzellik hem de dehşetle büyüleyen, unutulmaz bir görsel şölen sunuyor. Ridley Scott’ın ustalıkla yarattığı bu eser, izleyicileri karanlık koridorlarda, beklenmedik tehlikelerle dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Bilim kurgu ve korku türlerinde çığır açan bir klasik olarak kabul edilir. Sadece bir korku hikayesi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda insan psikolojisi, hayatta kalma içgüdüsü ve bilinmeyene karşı insanın doğal merakı gibi temaları da inceliyor. “Alien”, sizi gerilimin doruklarına çıkaracak ve koltuğunuza çivileyecek bir başyapıt.
Rosemary Bebeği (1968)
Yönetmenliğini Roman Polanski’nin yaptığı, başrollerinde Mia Farrow ve John Cassavetes’in yer aldığı bir psikolojik korku filmidir. Film, genç ve hamile bir kadının, yaşlı komşularının bir Satanist kültün üyeleri olduğundan ve bebeğini kendi ritüelleri için kullanmayı planladıklarından şüphelenmesi etrafında döner. Film, paranoya, kadınların özgürleşmesi, Hristiyanlık ile ilgili temaları ele alır. “Rosemary’s Baby,” eleştirmenler tarafından neredeyse evrensel beğeni toplamıştır ve birçok ödüle aday gösterilmiştir. Ruth Gordon En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında bir Akademi Ödülü almıştır.
Film, izleyiciyi sıradan bir yaşamın içine çekerek, günlük yaşamın tanıdık detayları arasında gizlenmiş karanlık ve ürkütücü bir hikâyeyi ortaya çıkarır. Roman Polanski’nin yönetmenliği, hikâyenin gerilimini yavaş yavaş inşa eder ve izleyiciyi Rosemary’nin giderek artan paranoyak gerçekliğine çeker
Kuzuların Sessizliği (1991)
“The Silence of the Lambs” (1991) filmi, psikolojik gerilim ve korku türlerinde bir başyapıttır. Jonathan Demme tarafından yönetilen bu film, Thomas Harris’in 1988 tarihli aynı adlı romanından Ted Tally tarafından uyarlanmıştır. Film, genç bir FBI stajyeri olan Clarice Starling (Jodie Foster) ve onun bir seri katil olan “Buffalo Bill”i yakalamak için hapsedilmiş dahi psikiyatrist ve yamyam seri katil Dr. Hannibal Lecter (Anthony Hopkins) ile olan ilişkisine odaklanıyor.
“The Silence of the Lambs”, sinema tarihinde beş Oscar ödülünü (En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Aktör, En İyi Aktris ve En İyi Uyarlama Senaryo) kazanan üçüncü film olma başarısını göstermiştir. Ayrıca, En İyi Film dalında Oscar kazanan tek korku filmidir.
Bu başarılı yapım, izleyicilere insan psikolojisi, karanlık içgüdüler ve adalet arayışı gibi konularda derinlemesine bir bakış sunar. Film, sadece gerilim ve korku unsurlarıyla değil, aynı zamanda karakterlerin psikolojik derinliği ve karmaşıklığıyla da öne çıkmaktadır.
Hereditary (2018)
Ari Aster tarafından yazılan ve yönetilen bu başyapıt, trajik bir kayıp yaşayan bir ailenin yaşadığı doğaüstü olayları konu alıyor. “Hereditary”, izleyicileri psikolojik bir labirente çeken, nefes kesen bir korku hikayesidir. Aile içi ilişkiler, yas ve miras gibi temalar etrafında dönerken, seyirciyi beklenmedik ve ürpertici bir atmosferin içine çekiyor. Başroldeki Toni Collette’in performansı, karakterin iç dünyasındaki çöküşü ve çaresizliği ustalıkla yansıtıyor, bu da ona eleştirmenlerden övgüler kazandırıyor. “Hereditary”, karanlık sırlar ve aile içi gerilimlerle örülü bir hikâye sunarken, izleyicileri merak ve endişeyle dolu bir keşfe çıkarıyor. Bu film, korku sinemasında yeni bir sayfa açarak, izleyicilere unutulmaz bir deneyim yaşatmayı hedefliyor.
Get Out (2017)
“Get Out,” Jordan Peele’nin yönetmenlik çıkışı olan ve 2017’de vizyona giren bir korku filmidir. Film, genç bir siyahi adam olan Chris’in (Daniel Kaluuya), beyaz kız arkadaşı Rose’un (Allison Williams) ailesiyle tanışmak için çıktığı hafta sonu gezisini konu alıyor. Ancak bu sıradan ziyaret, Chris’in ziyaret ettiği ailenin karanlık sırlarını keşfetmesiyle kabusa dönüşüyor. Film, Alabama’da çekildi ve sadece 23 günde tamamlandı. “Get Out,” Sundance Film Festivali’nde prömiyer yaptı ve eleştirmenlerden senaryosu, yönetimi, oyunculukları ve sosyal eleştirileri nedeniyle övgü aldı. Ayrıca, dünya çapında 255 milyon dolar hasılat yaparak büyük bir ticari başarı elde etti ve 2017’nin en karlı on filminden biri oldu.
Irkçılık, toplumsal cinsiyet ve kültürel miras gibi konuları ele alırken, izleyicileri hem düşündürüyor hem de geriyor. Peele, bu eserinde korku sinemasının sınırlarını zorluyor ve izleyicilere, günlük yaşamdaki ‘normal’ görünen tehditleri sorgulama fırsatı sunuyor.
The Shining (1980)
Yönetmen Stanley Kubrick’in başyapıtlarından biri olan “The Shining”, izleyicileri psikolojik gerilim ve korkunun karanlık derinliklerine çekiyor. Stephen King’in 1977 tarihli aynı adlı romanına dayanıyor ve Jack Nicholson, Shelley Duvall, Scatman Crothers ve Danny Lloyd gibi isimleri başrollerde buluşturuyor. Hikâye, yazar Jack Torrance’ın (Nicholson) kışın kapalı olan Overlook Oteli’nin bakıcılığını üstlenmesiyle başlar. Jack, alkolik geçmişinden kurtulmaya çalışan bir yazar olarak, otelin izole ortamında ailesiyle birlikte kalırken, oteldeki doğaüstü varlıkların ve karanlık güçlerin etkisi altına girer. Otelin kasvetli koridorları, Jack’in zihnindeki çöküşü ve ailesine yönelik tehdidi yansıtırken, film, izleyicileri gerçek ile hayali, akıl sağlığı ile çılgınlık arasında bırakarak, insan psikolojisinin karanlık yönlerini keşfe çıkarır.
Film, Kubrick’in detaylara olan takıntısını ve sinematik zekasını yansıtır. Özellikle Steadicam kullanımı, izleyicilere karakterlerin perspektifinden otelin labirent gibi koridorlarında gezinme deneyimi sunarak, sinematografiye yeni bir boyut kazandırmıştır. “The Shining”, ilk gösteriminden bu yana eleştirmenlerden ve izleyicilerden övgüler toplamayı sürdürüyor ve korku sinemasının dönüm noktalarından biri olarak kabul edilir.
Psycho (1960)
“Psycho”, Alfred Hitchcock’in yönettiği bir korku klasiğidir ve sinema tarihinde derin izler bırakmıştır. Film, Joseph Stefano’nun senaryosunu yazdığı ve Robert Bloch’un 1959 tarihli aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Başrollerinde Anthony Perkins, Janet Leigh, Vera Miles, John Gavin ve Martin Balsam’ın yer aldığı film, kaçak bir dolandırıcı olan Marion Crane ile utangaç motel sahibi Norman Bates arasındaki karşılaşmayı ve sonrasında yaşanan olayları konu alır. “Psycho,” düşük bütçeyle siyah beyaz çekilmiş ve başlangıçta tartışmalı konusu nedeniyle eleştirmenler tarafından karışık tepkiler almıştır. Ancak, zamanla film, Hitchcock’un en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilmiştir ve yönetmenin en ünlü ve etkili çalışması olarak görülmektedir. Film, Amerikan filmlerinde şiddet, sapkın davranış ve cinsellik için yeni bir kabul edilebilirlik düzeyi belirlemiştir.
“Psycho,” sinema sanatında büyük bir eser olarak kabul edilir ve Hitchcock’un yönetmenlik yeteneği, gergin atmosfer yaratma, etkileyici kamera çalışması, unutulmaz müzik ve ikonik performanslar için uluslararası film eleştirmenleri ve bilim insanları tarafından övgüyle karşılanmıştır.
The Exorcist (1973)
1973 yapımı bir Amerikan doğaüstü korku filmi olan “The Exorcist”, sinema tarihinin başyapıtlarından biridir. William Friedkin’in yönetmenliğini üstlendiği bu eser, William Peter Blatty’nin aynı adlı romanından uyarlanmıştır ve Ellen Burstyn, Max von Sydow, Jason Miller ve Linda Blair gibi isimleri başrollerde buluşturur. Film, genç bir kızın şeytani bir varlık tarafından ele geçirilmesini ve annesinin, iki Katolik rahibin yardımıyla onu kurtarma çabalarını konu alır.
Film, kültürel etkisi ve sinematik başarısı sayesinde, birçok ödüle layık görülmüş ve hatta En İyi Film için Akademi Ödülü’ne aday gösterilen ilk korku filmi olma unvanını kazanmıştır.
Halloween (1978)
Korku sinemasının en ikonik yapımlarından biri olarak kabul edilir. John Carpenter’ın yönetmenliğini üstlendiği bu bağımsız slasher filmi, psikiyatri hastanesinden kaçan ve geçmişinin karanlık gölgesiyle yüzleşen Michael Myers adında bir katilin hikayesini anlatır. Film, düşük bütçesine rağmen, Carpenter’ın ustaca kullanımı sayesinde gerilim ve korku unsurlarını maksimum düzeyde hissettirir. Özellikle Michael Myers’ın maske tasarımı, izleyiciler üzerinde unutulmaz bir etki bırakırken, film müziği de türün klasikleri arasına girmiştir. “Halloween,” sadece bir korku filmi olmanın ötesinde, sinematik anlatımın ve karakter gelişiminin mükemmel bir örneği olarak görülür ve birçok devam filmine ilham kaynağı olmuştur.
Michael Myers karakteri, soğukkanlılığı ve durdurulamaz doğasıyla popüler kültürde korku ikonu haline gelmiştir. Filmdeki gerilim, karakterlerin içinde bulunduğu durumun ciddiyeti ve izleyicinin bilmediği tehlikelerle sürekli tetikte tutulmasıyla artar. John Carpenter’ın minimalist yaklaşımı, izleyicilerin kendi korkularını projeksiyon yapabilecekleri bir alan yaratır.
The Texas Chainsaw Massacre (1974)
1974 yapımı bir korku filmi, sinema tarihindeki en çığır açan yapımlardan biri olarak kabul edilir. Film, bir grup genç arkadaşın, yamyam bir aile tarafından terörize edilmesini konu alırken, gerçek olaylardan esinlenmiş gibi pazarlansa da hikayesi büyük ölçüde kurgusaldır. Film, özellikle şiddet içeriği nedeniyle birçok ülkede yasaklanmış veya sansürlenmiş olmasına rağmen, zamanla korku türünün en etkili ve en çok saygı gören filmlerinden biri haline gelmiştir. “The Texas Chainsaw Massacre,” izleyiciler üzerinde kalıcı bir etki bırakarak, slasher türünün gelişimine önemli ölçüde katkıda bulunmuş ve birçok devam filmi ve yeniden yapımı tetiklemiştir.
Korkunun Sanatı
Korku filmleri, izleyicileri insan doğasının karanlık yönleriyle yüzleştirir ve adrenalin dolu bir kaçış sunar. Bu eserler, sadece bizi korkutmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal normlar, psikolojik mücadeleler ve insanlık durumları hakkında derinlemesine sorular sormamızı sağlar. Sonuç olarak, korku sineması, kendimizi ve çevremizi anlama yolculuğumuzda, beklenmedik ve sarsıcı bir yol arkadaşıdır.
Size şimdiden iyi seyirler diliyoruz!
- Sparks GG, Sparks CW. Violence, Mayhem, and Horror. In: Zillmann D, Vorderer P, ed. Media Entertainment: The Psychology Of Its Appeal. New York: Routledge;
- Sparks G. The Relationship Between Distress and Delight in Males’ and Females’ Reactions to Frightening Films. Hum Commun Res.
- Clasen M. Monsters Evolve: A Biocultural Approach to Horror Stories. Review of General Psychology.
- Fischoff S, Dimopoulos A, Nguyen F, Gordon R. Favorite Movie Monsters and Their Psychological Appeal. Imagin Cogn Pers.