Yalnız Olmayı Sevdirecek 13 Film, en önemli ilişkinin kendinle olan ilişki olduğunu hatırlatıyor. Bekarlık, yalnızlık anlamına gelmez. Güç anlamına gelir.
Bazı Filmler Aşkın Her Şeyi Fethettiğini Anlatırken, Bu Filmler Kendini Sevmenin de En Az O Kadar Güçlü Olduğunu Gösteriyor. Kim demiş aşk hikayeleri sadece romantik ilişkilerden ibaret? Aşka takıntılı bir dünyada, en güçlü yolculukların bazılarının yalnız başına çıkılanlar olduğunu unutmamak gerek. Bekar olmak bir bekleme süreci, bir teselli ödülü veya zorunlu bir durum değil. Kendi şartlarını belirleyerek hayatını inşa etme ve gerçekten kim olduğunu keşfetme fırsatı.
Yalnız Olmayı Sevdirecek 13 Film

The Women, ilişkiler, dedikodu ve kendini keşfetme üzerine etkileyici bir film. Başlangıçta karakterler kendilerini hayatlarındaki erkekler üzerinden tanımlıyor gibi görünse de, zamanla mutluluğun bir evlilik cüzdanında değil, insanın kendi içinde olduğunu fark ediyorlar. George Cukor’un yönettiği bu film, sadece hikâyesiyle değil, aynı zamanda tamamı kadınlardan oluşan yıldız oyuncu kadrosu ve keskin diyaloglarıyla da çığır açıcı bir yapım oldu. Film boyunca tek bir erkek karakter bile ne görülüyor ne de duyuluyor.
Cary Grant ve Rosalind Russell, bu hızlı tempolu romantik komedide esprili diyaloglarla birbirlerine meydan okuyor. Boşanmış bir çiftin iş ve aşk dengesini kurmaya çalışmasını anlatan film, aslında kadınların evlilikle tanımlanmak zorunda olmadığını vurguluyor. Film, başkahramanı Hildy’nin kariyer ve bağımsızlık için gelenekleri reddedişini anlatıyor. Evet, sonunda yeniden bir araya geliyorlar, ancak ilişkilerinin temelinde eşitlik ve yetenek yatıyor. Keskin zekasıyla dönemin çok ötesinde bir yapım.
Milyoner Avcıları – How to Marry a Millionaire (1953)
Filmin adı evlilikle ilgili olabilir, ancak Marilyn Monroe, Lauren Bacall ve Betty Grable’ın başrollerinde olduğu bu klasik, aslında zengin bir koca bulmaktan çok daha fazlasını anlatıyor. Üç kadın, varlıklı erkeklerle evlenmek için bir plan yaparken, sonunda kendi değerlerini keşfetmenin peşine düşüyorlar.

İntikam tatlı olabilir, ancak kendini yeniden keşfetmek daha da tatlıdır. Kocaları tarafından daha genç kadınlar için terk edilen Goldie Hawn, Diane Keaton ve Bette Midler, ilk başta intikam almak isterler. Ancak zamanla, çabalarını intikamdan çok, diğer kadınları güçlendirmeye adamanın daha anlamlı olduğunu anlarlar. Sisterhood (kadın dayanışması) ve öz-değer, bu eğlenceli ve keskin filmde peri masallarından çok daha büyük bir zafer kazanıyor
Renée Zellweger’in canlandırdığı Bridget Jones, hayatını tamamen düzene koymuş biri değil—ve tam da bu yüzden onu seviyoruz. İş, arkadaşlık ve aşk arasında bocalarken, hayatın karmaşasında komik ve gerçekçi bir yolculuğa çıkıyor. Ancak bu hikâye, kiminle olduğu ya da olmayacağıyla ilgili değil. Bridget, bekar olmayı bir “çözülmesi gereken sorun” olarak görmüyor. Bu ikonik film serisi, kendi kimliğini kucaklamanın bir erkek için değişmekten çok daha önemli olduğunu anlatıyor.
Evet, Elle Woods (Reese Witherspoon) film sonunda bir ilişkiye giriyor, ancak bu hikâyenin asıl amacı bu değil. Başta eski sevgilisini geri kazanmak için Harvard Hukuk Fakültesi’ne giren Elle, zamanla kendini keşfetmeye başlıyor. Sonunda, yalnızca başkalarını değil, kendini de şaşırtıyor ve baştan beri asla bir ilişkiyle tanımlanmaması gerektiğini fark ediyor.

Kızgın Güneş – Under the Tuscan Sun (2003)
Diane Lane’in canlandırdığı Frances, boşandıktan sonra İtalya’da harap bir villa satın alarak yeni bir başlangıç yapmaya karar verir. Bu hikâye bir aşk hikayesi değil, yaşam hikayesi. Frances, yeni bir yuva kurarken sıradışı dostluklar edinir ve mutluluğun mükemmel bir partner beklemek değil, hayatı her anlamda sevgiyle doldurmak olduğunu keşfeder.
Buna da bakın:
Bu listede her film romantik komedi değil. Quentin Tarantino’nun intikam destanı, aslında bir kadının kendi hayatını geri kazanmasının hikayesidir. Uma Thurman’ın canlandırdığı “The Bride”, artık kurban rolünde olmayı bırakmıştır. Bir katanayla, kendi kaderini kendi elleriyle şekillendirir ve en büyük dönüşümün kendini savunmak olduğunu kanıtlar.
Aşkzade – Forgetting Sarah Marshall (2008)
Ayrılıklar acı verici olabilir, ancak Forgetting Sarah Marshall, bunun bazen iyi bir şey olabileceğini gösteriyor. Jason Segel’in canlandırdığı Peter, kalp kırıklığını atlatmak için Hawaii’ye gider. Orada eski sevgilisi ve yeni sevgilisiyle karşılaşsa da, kendini keşfetme süreci, yeni arkadaşlıklar ve yaratıcı bir dönüşüm yaşar.

Ye Dua Et Sev – Eat Pray Love (2010)
Elizabeth Gilbert’in bestseller otobiyografisinden uyarlanan bu film, Julia Roberts’ın canlandırdığı Liz’in, kim olduğunu keşfetmek için İtalya, Hindistan ve Bali’ye yaptığı bir yıllık yolculuğu anlatıyor. Makarna, meditasyon ve içsel keşif dolu bu serüvenin en önemli mesajı şu: Mutluluk, başkasından beklediğin bir şey değil. Onu kendin yaratmalısın.
IMDb Puanı: 5.8/10

Greta Gerwig’in canlandırdığı Frances, hayatını kendi hızında keşfeden bir dansçı. Dostluklar değişiyor, işler gidiyor ve para her zaman kısıtlı, ancak Frances hayatın büyük bir macera olduğuna inanmaya devam ediyor. Neşeli ve dokunaklı olan bu film, bağımsızlığın güzelliğine bir aşk mektubu niteliğinde.
IMDb Puanı: 7.4/10
Bunlara da Bakın:
- Yönetmen ve Senarist Sean Baker Hayatı Ve Filmografisi
- The Godfather’dan Goodfellas’a: Tüm Zamanların En İyi Mafya ve Gangster Filmleri
Yaban – Wild (2014)
Reese Witherspoon bu kez, 1.100 mil boyunca Pacific Crest Trail’de yürüyerek travmalarını iyileştiren Cheryl Strayed’i canlandırıyor. Yolculuk zorlu, ancak doğaya meydan okurken kendine olan gücünü de geri kazanıyor. Bu filmde bir başrol erkek karakter yok—ve olmasına da gerek yok.
IMDb Puanı: 7.1/10

Küçük Kadınlar – Little Women (2019)
Greta Gerwig’in klasik roman uyarlaması, Jo March’ın (Saoirse Ronan) bağımsız ruhunu öne çıkarıyor. Filmde romantizm elbette var, ancak Jo’nun kendi hikayesini yazması ve ona sahip çıkması, en büyük zaferi.